
ÖN SÖZ
Yunan mitolojisinde Epimetheus ile Prometheus’un hikayesi Zeus’un talimatıyla dünyadaki varlıklara verilmesi gereken özellikleri, Epimetheus’un kafasına göre dağıtması sonucu, insana gelindiğinde hiçbir şeyin kalmaması ve Prometheus’un balçıktan ve gözyaşından yaratmış olduğu insanın bu kadar zayıf olmaması adına, Hephaistos’un ocağından bir parça ateş çalarak, onlara hayvanlardan farklı olarak kendi başlarına hayatta kalabilme ve başlarının çaresine bakabilme özelliğini vermesi ile sonuçlanan ve Zeus tarafından cezalandırılmasına neden olan derin bir hikayedir. İnsan, kendisinde olmayanı farklı yöntemler, aletler, yollar bularak edinmeye çalışmış ve hatta ötesine de geçmiştir. Özellikle spor söz konusu olunca, bu durum insanın ve sınırlarının esneyebildiği, hatta onların ötesine geçebilen bir hüviyete de bürünmüştür. Sporun tarihinde, daha modern zamanlar özelinde öyle isimler vardır ki ortaya koydukları performans ve özelliklerle, insan ile hayvan arasındaki sınırları bile aşmışlardır. Bazıları o doğrultuda takma adlar ve lakaplarla onurlandırılsalar da öyle bir isim vardır ki hepsinin ötesinde, lakabı isminin dahi önüne geçmiştir. Ona sunulmamış olan kanatlarıyla tıpkı bir kuş gibi gökyüzünde süzülmüş, neredeyse Tanrıların diyarı Olimpos’a kadar yükselmiş, dönemindeki anlayışın, kavrayışın ve oyunun değişmesine direkt olarak etki etmiştir. O kişi nam-ı diğer “Dr. J” yani Julius Erving’den başkası değildir.
GİRİŞ
Julius Winfield Erving, 1950 yılının 22 Şubat’ında Roosevelt, New York’ta dünyaya geldi. 3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğuydu. 9 yaşındayken ailesi boşanan Julius, küçük kardeşi Marvin’e hem abilik hem de babalık yapmak zorunda kalmıştı. Evinin penceresinden, Campbell Park’ta basketbol oynayan çocukları izleyerek büyüyen Julius için hayatındaki belki de tek kaçış noktası basketboldu. 1962 yılında yakın arkadaşı Archie ile karlı bir günde basketbol oynamak için Salvation Army takımının sahasına giden Julius, o yıllardaki siyah beyaz ayrımcılığının tam ortasında takımdaki iki siyahtan biri olarak, orada basketbol oynamaya başladı. Hayatında bir baba figürü olmayan, ayrımcılığın ciddi boyutlarda olduğu bir dönemde, içedönük ve yalnız bir çocuk olan Julius, taşındıkları yerdeki Roosevelt High School’a kaydolunca, hayatının sonuna değin sürecek dostluklar kuracaktı.
LİSE VE KOLEJ YILLARI
En yakın dostu, takım arkadaşı ve efsanevi lakabını ona veren Leon Saunders ile orada tanışmıştı. Lisede sürekli ona Profesör dediği için, Saunders da ona: Sen de o halde Doktor olmalısın deyince ve aralarındaki bu şaka, sonrasında Rucker Park’taki insanların ona Black Moses, Little Hawk, The Claw gibi lakaplar takmasıyla ve Julius’un da bu durum üzerine; bana sadece Doktor deyin demesiyle birleşince, Dr. J’e dönüşerek bir efsanenin doğmasına vesile olmuştu.
Lise koçu Ray Wilson ile de yolu orada kesişmişti. Ray Wilson onun için hem aradığı ve eksikliğini hissettiği baba figürü, hem de güvendiği ve inandığı yakın bir arkadaşı gibiydi. Sonrasında birlikte Massachusetts’e de giden ikilinin ilişkisi, Julius profesyonelliğe adım attığında da Wilson’ın onun ilk menajeri olmasıyla devam etmişti.
Liseden sonra Julius, basketbol oynamak için Massachusetts Üniversitesini seçmişti. Kolejin ilk senesi annesinden gelen haberle resmen dünyalar başına yıkılmıştı. Küçük kardeşi Marvin, Lupus tanısıyla kaldırıldığı hastanede hayata gözlerini yumdu. Julius henüz 19 yaşındaydı. Okula geri döndüğünde ise bambaşka bir oyuncu olmuştu. Kendisi bu durumu şöyle özetliyordu: Artık iki tane ruha sahiptim ve benim için her şey kolaylaşmıştı. Kolejin ilk senesi 1.91 boyunda olan Julius, mucizevi bir şekilde uzayarak 2.01 olmuştu. NCAA’deki smaç ile ilgili kısıtlamalar nedeniyle kendi stilini rahatça sergileyemiyordu. O dönem kendisini istediği gibi ifade edebileceği tek yer şüphesiz ki Rucker Park’tı.
RUCKER PARK VE GENÇ JULIUS
50’lerden itibaren Rucker Park, yaz turnuvalarıyla ünlüydü. Wilt Chamberlain, Connie Hawkins gibi efsaneler önce burada isim yapmışlardı. Bir yaz günü, uzun ince bacaklı, kocaman elli bir oğlan, afrosuyla Rucker Park’a giriş yaptı. O andan itibaren Rucker Park’taki hiçbir şey eskisi olmadı. Kısa sürede, daha önce eşine benzerine rastlanmamış smaçlarla, yaptığı atletik bitirişlerle ünlenmişti. Meşhur “Tomahawk Smacı”, Julius’un alamet-i farikasının bir ürünüydü. Herkes ondan bahsediyordu artık.
Black Moses, Little Hawk, The Claw gibi lakaplarla anılıyordu. 60’ların sonlarında insanlar kilometrelerce öteden Julius için Harlem’e ve sokak basketbolunun mabedi olan Rucker Park’a akın ediyorlardı. Çatılardan, ağaçların tepesinden, hatta parkın karşısındaki köprünün üstünden sırf onu izleyebilmek için oraya geliyorlardı. 1969 yılında Rucker Park’ta, Julius için sıradan, basketbol içinse efsanevi bir an yaşandı. Julius, orta sahadan ona doğru yollanan yüksek ve uzun pası, topu yere indirmeden, havadayken tamamlayarak çemberden geçirdiğinde, izleyenler adeta küçük dillerini yutmuşlardı. Bu belki de tarihin ilk Alley-Oop’uydu. Rucker Park’tan sonra kolejdeki son senesinde, neredeyse 27 sayı ve 20 ribaund ortalamaları yakalayan Julius, kolejden sonra Virginia Squires ile anlaşarak 1971 yılında ABA’ye adım atmıştı.
ABA DÖNEMİ VE DR. J ETKİSİ
1967 yılında kurulan ABA, o dönemlerde bambaşka bir maceraydı. Beat Kuşağı sonrası gelişen özgürleşme hareketleri ve evrensel sevgi çerçevesi, kendilerini “Hippie” olarak adlandıran gençlerin olduğu, modanın, müziğin, bakış açısının değiştiği yıllardı. Afro saçlar, uzun saçlar, İspanyol paça pantolonlar, uyuşturucu tüketimi, komünler, Grateful Dead, Janis Joplin, Jimi Hendrix, Woodstock ve Vietnam propagandaları ile dolu bir dönemdi. Basketboldaki izdüşümü ise kesinlikle ABA’ydi. Harlem’den ve Rucker Park’tan gelen oyuncuların olduğu, patlayıcı smaçların yapıldığı, üçlük çizgisinin ve ponpon kızların olduğu, devre arası şovlarıyla süslenmiş, mavi, beyaz ve kırmızı renklerini içeren topuyla, fantastik bir atmosfere sahipti. NBA ise daha sıkıcı ve smaç basmak sanki bir utançmış gibi lanse edilen, daha çok paslaşılan, sistemli ve kurallı bir ligdi. ABA, kolejde liste dışı kalan ve lise yıldızlarına kontrat veren, sokak kültürüyle büyüyen ve sokak basketbolu oynayan siyah gençlerin o yıllardaki belki de tek umuduydu. Yayın gelirleri NBA’e kıyasla çok düşüktü ve maçlar yayınlanmıyordu. 11 organizasyona sahiplerdi sadece.
Yine de kendini özgürce ifade edebildiği bir arenaydı ABA onun için. Oyununu, stilini burada oluşturmaya başlamıştı. İlk senesinde All-Star seçilen Julius, artık sadece Rucker Park’ta değil ülkenin hemen her yanında Dr. J olarak duyulmaya başlanmıştı. 1973 yılında New York Nets’e satılan Julius, Long Island’a yani evine geri dönmüştü. Dr. J’in etkisiyle bir anda şampiyonluk için oynamaya başlayan New York’ta keyifler yerindeydi. USC’de Sinema dalında Profesör olan Todd. E. Boyd, Julius için şunları söylüyordu: O tek kelimeyle cool’du. 1970’lerde “cool” kelimesinin sözlük tanımına bakacak olursanız eğer, karşılaşacağınız tek şey Dr. J ve afrosuydu. Nets’teki ilk senesinde Sayı Kralı olan Julius, ilk MVP’sini ve ilk şampiyonluğunu da kazanmıştı.
CONVERSE ANTLAŞMASI
1975’te Converse ile imzaladığı antlaşma neticesinde, tarihte ilk defa bir basketbolcu için ayakkabı üretilmişti. 1976 senesi All-Star hafta sonunda, tarihte ilk defa smaç yarışması düzenleniyordu. Julius yarı sahanın diğer tarafına geçerek koşmaya başladı. Faul çizgisine geldiğinde potaya doğru uçarak smaç basmıştı. Bu daha öncesinde hayal dahi edilemeyecek ölçüde mitik bir andı. Salonda izleyen herkese, uçabilmenin mümkün olabileceğini düşündürmüştü belki de. O sene aynı zamanda 2.kere ABA şampiyonluğu yaşamış ve 3.MVP’sini almıştı.
ABA’İN SON DEMLERİ
Fakat işler ABA adına yolunda gitmiyordu. ABA ciddi finansal sıkıntılarla boğuşuyordu ve lig sürdürülemez olmuştu. NBA, ABA’den 4 takımı lige dahil edeceğini ve ligin 22 takımlı olacağını söylemişti. 1976 yılında, New York Nets, Indiana Pacers, San Antonio Spurs ve Denver Nuggets, NBA’a katıldılar. New York Nets NBA’ye girebilmek 4,8 m $ ödemek zorundaydı, çünkü zaten New York Knicks ligdeydi ve aynı şehrin ikinci takımı olacaksa ekstra bir bedel ödemelilerdi. Bu sıkıntılı durum Philadelphia 76ers GM’i Pat Williams’ın gözünden kaçmamıştı. Takım sahibi Fitz Dixon’a şunu dedikten sonrası ise başka bir maceraya açılan yeni bir kapıydı: O basketbolun Babe Ruth’u. Julius 1976–77 sezonunda New York Nets’in borçlarına karşılık Philadelphia 76ers’a ve NBA geçiş yapmıştı.
NBA VE PHILADELPHIA 76ERS DÖNEMİ
1977 yılında Dr. J’in tarzı, stili ve karakteri 76ers’taki diğer oyunculara da sirayet etmişti. Tıpkı esaretten kurtulup özgürlüklerine kavuşmuşçasına rahatça oynuyorlardı. O sene NBA Finallerine kadar çıkan 76ers, ne yazık ki Bill Walton’lı Portland’a kaybetmişti.
Herkes onu kabul etmiş ve Dr. J lakabı artık tüm dünyaya yayılmıştı. Karakteri, duruşu, coolluğu, tevazu sahibi olmasıyla birleşince onu tıpkı bir politikacı gibi gösteriyordu. NBA’in yüzüydü Julius. Michael Jordan’dan önceki Michael Jordan’dı o.
1980 yılında Lakers ile oynanan Finallerin 4.maçında attığı turnike, salondakiler ve sahadaki tüm oyuncular için olağanüstü bir andı. Magic Johnson o anı şöyle anlatıyor: İnanılmazdı. Daha önce hayatımda öyle çılgınca bir şey görmemiştim. 1983 yılında “Rock the Baby” ismiyle anılan smacı da yine NBA tarihinin en unutulmaz, en jeneriklik anlarından biriydi şüphesiz. 1980 NBA Finallerinde Lakers’a kaybetmişlerdi.
Sonraki sene Julius, NBA’deki tek MVP ödülünü aldı fakat Konferans Finallerinde Larry Bird’li Boston Celtics’e kaybetmişlerdi.
1983 ŞAMPİYONLUĞU
6 yıl boyunca 3 kere Finallere çıkan, fakat yüzü gülmeyen Julius’un efsanesi bazı kişiler tarafından tartışılmaya başlanmıştı. Rüştünü ispatlaması için gereken yegâne şey aradığı şampiyonluktu. Tüm bu yıllar boyunca takımın tek yıldızıydı. 1982 Finallerinde Lakers’a 6 maç sonunda yenildiklerinde takımın sahibi Harold Katz, soyunma odasında Julius’u ağlarken görünce, şampiyon olmak için elinden ne geliyorsa yapmayı kafaya koymuştu. 76ers yönetimi de Moses Malone’u takıma getirerek, Julius’a artık yalnız değilsin demişti. Julius ile Malone o kadar iyi anlaştılar ki sahada, birbirlerini adeta tamamlıyorlardı. O sene ligdeki her takımı deyim yerindeyse ezdiler. Larry Bird ve Mchale, Abdul Jabbar ve Magic hepsi çaresizdiler. Bu formlarını Finallere çıkarak taçlandıran ikili, Finalde Lakers’ı 4–0 ile süpürerek o beklenilen şampiyonluğu Philadelphia’ya getirmişlerdi. Julius şampiyon olduktan sonra, herkes rahatlamıştı. İnsanlar onun adına mutluydular. O artık “cool” bir şampiyondu sonunda.
Ablası Alexis’i, 1984 yılında kanserden kaybeden Julius, kariyerinin de sonuna geldiğinin farkındaydı. Ligde yeni yıldızlar vardı ve onların zamanıydı artık. 1986–87 sezonu jübile sezonu olan Dr. J, ligdeki her gittiği statta; alkışlar, gözyaşları ve tezahüratlarla karşılandı. Philadelphia 76ers’ta giymiş olduğu 6 numara ve ABA’de giydiği 32 numaralı formaları emekli edilen Dr. J kariyerinde:
4x MVP
16x All-Star
2x All-Star MVP
7x All-NBA
5x All-ABA
1975–76 All Defensive Team
1971–72 All Rookie Team
ABA All-Time Team
NBA 75th Anniversary Team
NBA Hall of Fame
2x ABA Champ
1983 NBA Champ başarılarına imza attı.
SON SÖZ
2000 senesinde, oğlunu trafik kazasında kaybeden Julius, trajediler ve ölümlerle dolu bir yaşamda uçarak var olmayı uygun bulmuştu belki de kendine. O hep gökyüzünde süzülmüştü. Ondan önce böyle bir figür, böyle bir karakter, böylesine cool bir süperstar varolmamıştı. O şüphesiz ki bu oyunun gördüğü en ikonik, en estetik, en farklı süperstarıydı bana kalırsa. Onun kanatlarından düşen tüyler, yeryüzünden onu izleyenlere ulaştığında, onlara uçabilmenin hayallerini kurdurmuştu. Onun peşinden bu hayale uzanmaya çalışırken lakaplarıyla varolan ve olmaya devam edeceklerle dolu bir lig artık NBA. Julius ise Olimpos’un sınırında ve en tepede, tıpkı bir kaya gibi olduğu yerde hareket etmeden bekleyen, nihai varlık olarak kalmaya devam edecek orada.
Chris Cornell’ın da dediği gibi:
I will wait for you there, like a stone
I will wait for you there, alone
Bu yazıyı, isimleri olsa bile isimsiz olmayı seçenler ve her zaman onlara takılan lakaplarla anılacak ve hatırlanacak olanlara adıyorum.