Babam, Beşiktaş ve Spor

Birkaç sene önce kafam tam olarak yerinde değilken ve iç dünyamın karmakarışık olduğu zamanlarda yazdığım bir yazıyı toparlamak istedim son günlerde. Hayatımın en zorlu zamanlarında sıkça düşündüğüm ve beni adeta hayatta tutan spor sevgimin ne zaman ve nasıl başladığı üzerine kafa yoruyordum.

Spor deyince benim için birçok konuda olduğu gibi öncü isim tabii ki rahmetli babamdı. Kendisi gençliğinde Pertevniyal Lisesi’nde atletizm takımının en önemli isimlerinden biriydi. Sonrasında icra ettiği gazetecilik mesleğinin büyük kısmında da, spor temelli çalışmış biriydi. İşte benim için her şeyin başladığı spor aşkımın ve tutkumun oluşmasının taşları ben daha doğmadan böyle böyle döşenmişti.

Bana gelirsek sporla ilgili ilk hatırladığım an ise, teyzemlerin yazlığında bir şekilde kafamı şöminenin kenarına vurmam ve tansiyon hastası rahmetli annemin beni görmemesi için, babamın beni kucağına alıp apar topar hızla bir doktora götürmesi sonrasında yaşanacaklardı. Kafama sayısız dikiş atılırken ben de yeni yeni ayılmaya başlamış ve o an oynanmakta olan Beşiktaş-Fenerbahçe maçını doktora soruyordum. Tam o anda da Feyyaz Uçar’ın attığı gol benim için ilk anı olmuştu. Yıl 1990 olsa gerek tam emin değilim. Ayrıca bu golün sahibi Feyyaz Uçar ile babamın gazeteden evi arayıp beni konuşturması da en unutmadığım ve hala anlattığım anılardan bir tanesidir. Ama asıl daha gerçekçi şekilde spora vurulmamın sebebi ise yine olayın başrolünde babam var, kendisinin bana 1994 yılında gazeteden getirdiği bir Alman spor dergisiydi. Kapakta kıpkırmızı Chicago Bulls forması içinde havada süzülen majesteleri Michael Jordan’ın olduğu dergi. Şu an kendisini hiç sevmem bu notu da eklemek isterim.

Bu dergiyle aldığım kıvılcım, bir yandan da ufak ufak aldığım Beşiktaş aşkım derken spor sevgim ve ilgim iyice tavan yapmıştı. Diğer yandan 1994 Dünya Kupası’nda oynanan her maçı izlemiş olmak. Maradona’yı 1-2 maçta olsa (doping cezası sebebiyle men edilmişti) canlı izlemek, Bebeto, Romario, Baggio gibi yıldızları görmek artık beni çılgınlar gibi sporun içine çekmişti. Her maçı ve spor olayını yazıp, çizerek notlar almak ve onları uzun zaman muhafaza etmek gibi huylar edinmiştim. Peşine 1996 Atlanta Olimpiyatları ve Avrupa Futbol Şampiyonası da gelince, ayrıca ufakta olsa ülkede NBA yayınları başlayınca tutkumu adeta saplantıya evrilmişti spor konusunda. O yıl ayrıca hala et ve tırnak gibi olduğum dostlarımla da tanışmam ve onların da benden aşağı kalmayan spor tutkusu derken beşli manyak bir spor çetesi olmuştuk.

Grup olarak hayatımızın merkezine sporu, sinemayı, müziği de koysak benim için spor her şeyden önce geliyordu. Babamın basın kartı sebebiyle her hafta beni Beşiktaş maçlarına götürmesini isteyip kafasının etini yemem, gideceğimiz maçlar öncesi yerinde duramamam, Taksim’den aşağı stada doğru ilerlerken Gümüşsuyu’nda tepeden önce karşıda otelin sonra da stadın silüetini görmek, stada yaklaştıkça köftecilerden gelen kokular ve dumanlar derken sonunda stada ulaşmak…

O yolu adeta bir kuş gibi uçarak gidiyordum. Yazarken bile o heyecan ve mutluluğu iliklerime kadar hissettim şu an. Şimdilerde hala bu rotayı kullandığım zaman burnumun direği sızlasa da, en azından bu güzel anıları biriktirmiş olmak buradan bakınca daha da bir mutluluk veriyor.

Babamın rahmetli Süleyman Seba ile olan dostluğu ve o hep bahsedilen Beşiktaş değerleri ama asıl olarak geçmişin insani değerlerinin de etkisiyle Beşiktaş üzerinden artan bir spor tutkum ve hayat öğretim oluşmuştu. Beşiktaş ve Beşiktaşlılık adeta benim için hayatı öğrenmenin bir yolu olmuştu. Sadece kazanılan maçlar sonucunda değil aksine kaybedilen maçlardan sonra daha büyük bir aşkla takımın yanında olmak, herkes eleştirirken takımına ve sevgine sahip çıkma duygusu bana çok daha anlamlı geliyordu. Özellikle alınan yenilgiler sonrası o dimdik olan Gümüşsuyu yokuşunu tırmanmak bile bir hayat dersi gibi geliyor ve tutkumu daha da arttırıyordu. Hatta bugün bana birçok konuda yol gösteren ve çok sevdiğim bir arkadaşıma da dediğim gibi, o meşhur 8-0’lık Liverpool maçını tabiri caizse ağlaya ağlaya ama yine de dimdik takımımın yanında durarak bitirmek dahi mutluluk veriyordu. Beşiktaşlı olmaktan mı nedir acıyı bal eyleme durumu söz konusuydu sanki. Bu ve bunun gibi benzer ağır sonuçların ileride hayat yolunda bana faydası olacağını ve yoluma ışık tutacağını tabii ki düşünmüyordum o yaşlarda.

O meşhur “Ahmet Dursun, Seba gitsin” tezahüratının olduğu maçta, 14 yaşındaki halimle tüm tribünlere ayarsız şekilde küfretmem, şu yaşıma kadar kendimle en gurur duyduğum anların başında gelir.

Ne kadar Beşiktaş üzerinden spor sevgimi anlatsam da benim de her Türk gencinde olduğu gibi futbolla başlayan maceram yavaş yavaş boyut değiştirmeye de başlamıştı. Zamanın Trt’si ve daha sonra spora bakışımı babamla beraber en çok şekillendiren insanların birlikte olduğu Ntv ve NTVSpor yayınları beni tamamen farklı dallara daha da çok aşık etti. Rahmetli Kenan Onuk ve yine rahmetli Cüneyt Koryürek’ten atletizm izlemek ve dinlemek bambaşkaydı. Bu yayınları, onların arkadaşı olan atletizm aşığı babamdan adeta ders gibi dinlemek, bu dalı kalbimde her daim 1 numara yapmıştı. Daha sonra tanışma şansına da erişeceğim hayatıma dokunan, sevgi ve ilgilerini benden hiç eksik etmeyen başta Banu ( Yelkovan) ablam ve Bağış ( Erten) abim olmak üzere oradaki yayınlar ile de beraber sıkının da ötesinde manyak bir spor izleyicisi olmuştum. Nba, motor sporları, tenis, futbol, basketbol ne varsa deliler gibi izliyordum. Damarlarımda kan yerine spor akıyordu desem yalan olmaz herhalde.

Daha sonra yaşadığım tüm sıkıntılı, acı ve zor anları babamla beraber herhangi bir spor dalını veya organizasyonunu izleyerek aşmak gibi bir huy edinmiştim. Spor benim ve babam için zorluklardan kaçıp, kafayı toplayacağımız bir liman gibiydi veya bir dost da diyebiliriz.

Maalesef yaşadığım tüm acı süreçler üstüne 2020 Temmuz ayında en büyük korkum gerçek olunca bu tecrübenin faydasını çokca gördüm. Bu huy bugün bile ben de hala bir miras gibi devam etmekte. Hayatımın en zor, her anlamda korkunç acılar çektiğim zamanlarında bahsettiğim dostlarım ve çok çok sevdiğim beni asla bırakmayan yazımın içinde de değindiğim Banu ablam başta olmak üzere, spor da kafamı toplayıp hayata tutunmamı sağlayan en temel noktalardan biriydi. Hem yapmak hem de izlemek olsun beni hayatta daha fazla mutlu eden bir konu olmadı ve de olmayacak gibi duruyor.

Nasıl ki Obelix küçükken kazanın içine düştüyse, ben de kendimi sporun içine düşmüş halde buldum ve o kafamı yarmamla başlayan süreç benim yazıyı yazmamı sağlayan olayların ilk adımı oldu.

Her ne kadar şimdi ne anne, ne baba ve ne de eski sevdiğim Beşiktaş olmasa da onlardan öğrendiklerimle bir şekilde yolumu bulma gayretindeyim ve spor her zaman olduğu gibi bana doğru yolu gösterecek şeylerin başında geliyor. Liverpool efsanesini yaratan isim Bill Shankly’nin meşhur “Futbol bir hayat memat meselesi değil, ondan çok daha önemlidir” sözünün başına futbol yerine sporu koyarsam hayatımın özetini vermiş olabilirim.

Caner YÜKSELEN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir