70’lerin ortalarında Ajax ve Hollanda Milli Takımı ile başlayan ‘’Total Futbol’’ akımı futbolun gidişatına yön verdi. Michels ve öğrencisi Cruyff farklı zamanlarda Ajax’ta ve Barcelona’da bu oyun anlayışıyla kupalar kazandı. Onların açtığı yoldan çok kişi yürüdü, biri de Louis Van Gaal’di. Michels ve Cruyff’a benzer başladığı kariyerinin sonunda kendisi de onlar kadar efsane bir teknik direktör oldu.
1951’de Amsterdam’da 8 çocuklu bir ailede dünyaya gelen Van Gaal futbol tarihine geçen herkes gibi küçük yaşlarda oyuna ilgi duymaya başladı. Kendisinden büyük dört abisiyle futbol oynadığından röportajlarında hep bahsediyor. Yarı zamanlı futbol oynamaya başlarken aynı zamanda beden eğitimi öğretmenliği de yapıyordu. 17 yaşındayken 20-21 yaşındaki öğrencilerle çalışması belki de çok önceden kariyerinin gidişatına işaret ediyordu. Oyuna olan yüksek ilgisi onu profesyonel seviyeye taşıdı. Amsterdam’daki amatör kulüplerinden biri olan RKSV de Meer’de oynadıktan sonra Ajax’ın ikinci takımına gitti. Ne var ki birinci takıma çıkamadı çünkü Cruyff, Neeskens gibi isimlerin arkasında kalmıştı. Akabinde Royal Antwerp’e transfer oldu ve dört sezon orada ter döktü. Kısa bir Telstar macerasından sonra sekiz sezon oynayacağı Sparta Rotterdam’a transfer oldu. Futbolu AZ Alkmaar’da bıraktıktan sonra kendisini efsane yapacak antrenörlük kariyeri başladı. AZ Alkmaar’da bir sene asistan hocalık yaptı, ardından Ajax’ın genç takımına gitti ve A takıma asistanlık da yaptı. 1991’de teknik direktörlüğe terfi edişiyle efsane yolculuğu başladı.

Topa sahip ol, boş alanı bulmaya çalış, beraber hareket et. Ajax’tan dünyaya yayılan ‘’Total Futbol’’ anlayışının temeliydi bunlar. Rinus Michels, kendisinden önce oynatılan topa sahip olmaya dayalı sistemi bahsettiğimiz hale getirdi. Öğrencisi Cruyff onun ayak izlerini takip etti. En az Michels kadar disiplinliydi de. Total Futbol’u iyi oynamanın sırrı biraz da buydu. İnandıkları bir şey vardı: İyi çalışırsanız ve çok sık tekrar yaparsanız başarılı olabilirdiniz. Bu yüzden onların Ajax’ı, Barça’sı ve Hollanda’sı tarihin en iyileri arasında. Cruyff teknik direktör olarak Ajax’tan ayrıldıktan üç sene sonra göreve gelen Van Gaal işte bu oyun anlayışı üzerine bir takım kurdu. Diziliş açısından Cruyff’a daha yakın olduğunu söylemek mümkün. 3-4-3 şeklinde dizilen Ajax takımında orta saha baklava desenli yani 1-2-1 şeklinde kurgulanıyordu. Stoperler Frank de Boer, Danny Blind ve Michael Reiziger topa çok sık temas ediyordu. Ayrıca hücumda bu üçlünün orta sahaya kadar yaklaştığı hatta sol ve sağ stoperlerin bek gibi davrandığını söyleyebiliriz. Defansif orta saha Rijkard savunma ve hücum arasındaki bağlantıydı. Seedorf ve Edgar Davids dinamizmleri ve dribbling meziyetleriyle hücumu başlatan kişilerdi. On numarada Bergkamp ve o gittikten sonra Litmanen özel yetenekleriyle rakiplerin baş belasıydı. Overmars, Finidi George, Kluivert, Ronald de Boer gibi hücum oyuncuları da kesinlikle döneminin en iyilerindendi ve fark yaratıyorlardı. Van Gaal’in şu sözleri aslında her şeyin özeti gibi: ‘’En çok gurur duyduğum şey oyunu oynayış şeklimizdi. Çok etkileyici ve izlemesi çok güzeldi. Bir takım halinde oynadık ve bunu yapabilecek kalitemiz vardı.’’
Ajax’taki 6 sezonunda yerel olarak 3 Eredivisie, 1 Hollanda Kupası, 3 Süper Kupa zaferi yaşadı Van Gaal. Avrupa’da da çok başarılı olan takımı 1992’de UEFA Kupası, 1995’te unutulmaz namağlup sezonun sonunda ligle beraber Şampiyonlar Ligi kupasını kazandı. Bundan bir sene önce eşini pankreas kanserinden kaybeden Van Gaal’e oyuncularının ‘’Biz senin için oynayacağız.’’ diyerek destek olması takımdaşlığın ne kadar yüksek seviyede olduğunun kanıtı. 95’ Ajax takımı hakkında vurgulamam gereken diğer şey ise çok genç bir kadro olmasıdır. Finaldeki ilk 11’in yaş ortalaması 24.7. Van Gaal’in hem Ajax’ta hem de diğer takımlarda genç oyunculara sınıf atlatması dikkat çekici bir detay ve bunun da zirvesi muhtemelen o Ajax kadrosuydu.

Michels ve Cruyff gibi o da Ajax’tan sonra Barcelona’ya gitti. Ne var ki kafasındaki oyunu Barcelona’da oturtmakta zorlandı. 2 La Liga ve 1 İspanya Kupası zaferine rağmen taraftarları ve basını memnun edemedi. Oyuncularla da anlaşmazlık yaşadı. Mesela Guardiola’yı kadroya almayan ilk hocaydı. Hatta takımın önemli isimlerinden Rivaldo ile de ciddi sorunlar yaşadı. Van Gaal kendisini hücumda sol tarafta kullanmak isterken Rivaldo santrfor olmak istiyordu. Bu sebeple kadro dışı bırakıldı Brezilyalı yıldız. Kendisinin isyanına rağmen kariyerindeki en golcü sezonunu Van Gaal ile yaşamasıysa çok enteresan. Barça’dan sıkıntılı ayrılan Van Gaal Hollanda Milli Takımı’na gitti. Teknik direktörlük kariyeri çok şaşaalı başlamıştı ve kulüpler bazında ulaşılabilecek her şeye ulaşmış gibiydi. Dolayısıyla bu yeni bir meydan okumaydı. Milli takımı 2002 Dünya Kupası’na taşıma hedefiyle aldı fakat başaramadı. ‘’Kariyerimdeki en büyük hayal kırıklığı.’’ dediği o günler tahmin edersiniz ki çok uzun sürmedi. Yarım kalan işini bitirmesi için 11 sene beklemek zorunda kalacaktı. Beklenmeyen şekilde 2002’de Barcelona’ya geri döndü. İstikrarsız sonuçlar aldığı için 2.Barcelona dönemi 1 yılla sınırlı kaldı. ‘’Sadece daha fazla para kazanmakla ve daha az oynamakla ilgileniyor.’’ dediği Rivaldo o geri geldiğinde Milan’a gitti ve kariyeri bir daha eskisi gibi olmadı. İki yıl sonra genel direktör olarak döndüğü Ajax’ta dönemin hocası Ronald Koeman ile anlaşmazlık yaşayıp ayrıldı. Arka planda Cruyff’un Van Gaal’in gelişine itiraz ettiğini otobiyografisinde anlattığını biliyoruz. Tabii bu şahsi bir mesele olmaktan ziyade kulüp politikası ile alakalıydı ama ikili arasındaki soğuk rüzgârlar bununla sınırlı kalmayacaktı. Louis Van Gaal’in çizdiği huysuz, kafasının dikine giden adam imajıysa kariyerinin devamında da başına iş açacaktı hep.
Art arda gelen başarısızlıkların ardından Hollandalı teknik adam için ayağa kalkma fırsatını ona ilk kez güvenen AZ Alkmaar verdi. Van Gaal kadar AZ takımının da çıkışa ihtiyacı vardı zira 1981’deki son şampiyonluklarından bu yana zirveye uzaklardı. İlk iki sezonunda 2.lik ve 3.lük elde etmeleri kayda değer bir işti. Bunun üstüne üçüncü sezonunda (2007-08) takımın ligi 11. bitirmesiyse şok ediciydi. Van Gaal o günleri şöyle anlatıyor: ‘’11.ydik ve küme düşmekten endişeleniyordum. Kulübe ‘Ayrılmak istiyorum çünkü soyunma odasında iyi bir etkim yok.’ dedim ama onlar beni bırakmak istemedi. Kaptanla 3-4 oyuncu daha evime geldiler. ‘Senin değil bizim hatamızdı.’ dediler. Ben de ‘Tamam ama benim dediklerimi yapacaksınız.’ dedim. Takımdaki dengeyi sağladık ve sonraki sezon şampiyon olduk.’’ AZ Alkmaar işte böyle futbol tarihinde pek örneği olmayan bir şampiyonluk kazandı 2008-09 sezonunda. O AZ’nin kontra takımı olduğu söylense de buna pek katılmıyorum. Bence o Van Gaal felsefesini sahaya yansıtan bir takım. Belki geriden oyun kurma konusunda eskisi kadar takıntılı değildi ama karşı pres, kompaktlık gibi sistemin belkemiği unsurları görmek mümkün 09’ AZ’de. Aynı zamanda 3-5-2 ve 3-4-3 dizilişiyle oynamaları da Ajax’taki oyun felsefesinin devamı niteliğinde.
AZ ile yeniden rüştünü ispat etmesiyle kendisi adına yepyeni bir macera başlıyordu. Alman futbol devi Bayern Münih’in başına geçen Van Gaal için işler yine pek iyi başlamadı. İlginçtir ki her takımında böyle süreçleri var hocanın ama bir şekilde durumu kotarmayı başarmış. Bayern’de de sistemi 4-4-2’ye çevirdikten sonra hızlıca sonuç almaya başladı. Bundesliga ve Almanya Kupası’nı kazandılar o sezon. Şampiyonlar Ligi’nde iyi maçlar oynayarak geldikleri finali Jose Mourinho’nun meşhur Inter’ine kaybettiler. Sonraki yıl Klopp’lu Dortmund’un dominant performansına yetişememesi kulüpteki sonu oldu. Yarım kalan işini tamamlamak için Hollanda Milli Takımı’na geri döndü ve bu kez gerçekten başardı. 2014 Dünya Kupası’ndaki ilk maçlarında İspanya’yı 5-1 yenmeleri kendisine bakışı değiştiren şeylerdendi. Kosta Rika çeyrek finalinde uzatmanın son anlarında Cillessen’i çıkarıp Krul’u alması tam Van Gaal’lik bir hareketti. Karşılık bulunca bu bir furya haline gelse de onun gibi sonuç alan pek olmadı.

Kupada kazandığı 3.lüğe rağmen Cruyff gibi ‘’baba’’larca eleştirildi hep. Elindeki kadroya ve yaptıklarına bakılınca bu ne kadar doğru bir eleştiriydi bilemiyorum. Cruyff’u çok sevsem de bazen kadroya göre hareket etmek daha iyi sonuçlar verebiliyor. Geriye dönüp bakınca Cruyff tarzı oyunla başarılı olan birinin sonradan geldiği konum ve bizzat idolü ile ihtilaflı duruma gelmesi de ilginç. Bu konuda meşhur bir anektodu sizinle paylaşayım. 1989’da Noel yemeği düzenleyen Cruyff, Van Gaal’i de davet eder. Güzel bir akşam geçiyorken Van Gaal’e kız kardeşinin vefatı haberi gelince ayrılmak zorunda kalır. Kendisinin iddiasına göre Cruyff ona ayrılmadan önce teşekkür etmediği için çok kızmış. Tabii karşılık çok ağır olmuş: “Saçmalık. Van Gaal cidden bunu söylediyse alzheimer’ı var demektir.” Ajax’ta Van Gaal’in as takıma çıkamamasıyla başlayan süreç zaman içinde tez-antitez kavgasına döndü. Sonuçta aynı felsefeye inanan ama farklı karakterlerde iki insanın mücadelesini görüyoruz. Yazının adı bu nedenle öyle oldu yani.
Dünya Kupası sonrası Manchester United’ın başına geçen Van Gaal önceki maceralarında yaşadığı sorunları burada da yaşadı. Ferguson sonrası dönemde Moyes ile başarılı olamayan Kırmızı Şeytanlar bu hedefle ona geldi. Çok ciddi harcamalar yapıldı hedef için ama Van Gaal ile de bu değişmedi. Dönemin PL takımlarını ve United’ın karışıklığını düşününce başarılı olması zaten çok zordu. Üstüne teknik direktör olarak planınız anlaşılmıyorsa pek bir hükmünüz kalmıyor oyuncu grubuna karşı. Olumsuz birçok şeye rağmen United’dan da kupa kazanarak ayrıldı Van Gaal. FA Cup zaferi onun futbola vedasıydı. Beş sene sonra Hollanda Milli Takımı onu yeniden göreve çağırdı. Euro 2020 başarısızlığı sonrası gelen çağrıyla efsane menajer emeklilikten dönmüş oldu. 2022 Dünya Kupası elemelerinde bildiğiniz üzere A Milli Takımımız ile aynı gruptaydı Hollanda. 2-3 puan daha fazla alsaydık Van Gaal’in kaderi nasıl şekillenirdi bilinmez fakat kurt teknik adam gemiyi karaya yanaştırmasını bildi. Katar’da da bence beklentinin ötesinde iş yaptılar. Şampiyonu elemek üzerelerdi ki işi o aşamaya getiren yine hocanın hamlesi oldu, yani Weghorst’u oyuna alışı. Bana kalırsa çok şık bir vedaydı onun için.
Total Futbol hakkında yazmaktan hep keyif aldım. Michels ve Cruyff temalı çok yazı yazdım. Meseleye bir de Van Gaal’in hikâyesiyle bakmanın güzel olacağını düşünüyorum okuyucu için. Yazı içinde çok fazla Michels ve Cruyff gördünüz çünkü Total Futbol konuştuğumuz zaman bu adamlar hakkında da konuşmamız gerekiyor. Aksi takdirde bütün olarak hikâye anlamsızlaşıyor.
Hocanın Ajax’taki yaklaşımıyla Bayern’deki, ManU’daki yaklaşımının farklı olduğunu kabul ediyorum. Elbette bu biraz durumla da alakalı. Cruyff gibi Guardiola gibi oynamak çok zordur. Farklı tarzda kulüplerde çalışmış birinin kulübe adapte olması doğal bir sonuç. Tersi durumda Barça’da tutunamadığını da yazdım. Yine yukarıda yazdığım gibi huysuz tipte hoca olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekten de bazı basın toplantılarında, maçlarda bu görüşü doğrular nitelikte tavrı olmuştur. Hollanda Milli Takımı’ndayken bir gazeteciye ‘’Bu çok salakça bir soru!’’ demişliği vardır mesela, United’dayken dördüncü hakeme isyan edercesine kendisini yere atmışlığı da. Sonuçta tüm bunlar buzdağının görünen yüzü gibi. Huysuz denilen adamın AZ’de oyuncularla ne kadar iyi anlaştığını, Dumfries’le nasıl şakalaştığını başka türlü açıklamak zor.
Her şeyiyle dünya futbol tarihinde özel yeri olan biri Van Gaal. Thomas Müller, David Alaba, Patrick Kluivert, Marcus Rashford, Edgar Davids, Andres Iniesta, Carles Puyol, Xavi gibi genç oyunculara güvenip oynatmıştır. Eğer onu dinlerseniz muhtemelen başarılı olursunuz, sorun çıkaracak olursanız da gözünüzün yaşına bakmayacaktır.
İyi ki doğdun Louis Van Gaal, futbola kattıklarınız için teşekkür ederim.