Çocukluğunu benim gibi 1990’larda yaşayan spor sevdalılarının asla unutamayacağı bir söz vardır. Takvim yaprakları 1994 yılını gösterdiğinde NBA’de Houston Rockets üst üste ikinci şampiyonluğunu oldukça zorlu bir yolun sonunda ve pek beklenmedik bir şekilde kazanmıştı. Rockets’ın efsanevi koçu Rudy Tomjanovich ise, bir önceki şampiyonluğa atıfla “Bir şampiyonun yüreğini asla hafife almayın” diyerek tüm spor dünyasının ve biz o dönemin çocuklarının hiç ama hiç unutmayacağı o sözü etmişti. İşte ben de bu sözü şiar edineceğim yazının temelini burada bulmuş oldum.
Aslında her şey Swingman’in geri dönüşü ve bu geri dönüş teması üzerine ne yapsak ne etsek derken başladı. Benim gibi kendisine de adeta ailesinden miras olan atletizm sevgisi üzerine, genç arkadaşım Çağla’nın; abi atletizm sezonu ve Dünya Atletizm Şampiyonası’ndaki geri dönüş yapan şampiyon isim veya isimler üzerine bir şeyler yapalım demesiyle koca sezonun altından girip üstünden çıkarak değerlendirmeye, turnuvada bize bunları veren atletlere değinmeye çalışacağım uzun bir yazıya başlamış oldum.
Aslında dünyada atletizm sezonu hiç beklenmedik bir hızda başlamıştı. Daha şubat ayında sırıkla atlamada Armand Duplantis, gülle atmada da Ryan Crouser ile iki tane Dünya rekoru kırılmış ve herkes gözünü yaz aylarına dikmişti.
Bir yandan da Mart ayında her şey İstanbul’da gözümüzün önünde başlayacaktı. Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası’nı düzenleyen şehrimiz, sezon içinde büyük işler yapacak olan birçok ismi ellerimizle dokunsak değecek kadar yakın noktaya getirmişti.
Tüm bu hareketli başlangıçla beraber mayıs ayında herkesin merak ve heyecanla beklediği Diamond League sezonu başlıyordu. Sezonun başlamasıyla beraber dünya rekorlarını yenileyen Duplantis ve Crosuer’a ek olarak bir başka rekortmen olan Faith Kipyegon, bir değil tam üç dünya rekoru kırarak sezona erkenden damgasını vuruyordu. Kipyegon yaklaşık 1.5 ay içerisinde 1500- 1 mil ve 5000 metrelerde dünya rekorlarını kırıp bir ilki gerçekleştiriyordu.
Sezonun en dikkat çekici ve rekor beklentisi olan isimlerin başında gelen Norveçli yıldız Jakob Ingebrigtsen ise, Hicham El Guerrouj’a ait olan 3.26.00’lık efsanevi 1500 metre rekoruna adım adım yaklaşıyordu.
Senenin bir diğer dikkat çekici ismi de 400 engellide adeta tek başına yarışan ve İstanbul’da izleme şansına da eriştiğimiz “Yeni Uçan Hollandalı” Femke Bol’du. Yine İstanbul’da izleme şansına eriştiğimiz bir diğer isim ise 400 engellinin dünya ve olimpiyat şampiyonu ayrıca bu dalın rekorunun da sahibi olan Karsten Warholm’du. Eugene 2022’de sakatlığı sebebiyle altını alamayan Warholm, sezonu şehrimizde açarak Budapeşte macerasına başlıyordu.
Bir başka önemli yıldız da 200 metre erkeklerin tek hakimi Noah Lyles’dı. Lyles ne kadar dalı tekeline almış olsa da genç rakipleri Letsile Tebego ve Erriyon Knighton’dan çok adeta bir mit ile savaş halindeydi. Sadece sprint tarihinin değil spor tarihinin en büyük efsanelerinden biri olan Usain Bolt’un 200 metredeki 19.19’luk rekorunun peşine düşen Lyles, tüm basın toplantılarında amacının bu olduğundan dem vuruyor ve derecesini tarihin en iyi ikinci derecesi olan 19.30’a kadar çekiyordu. Turnuvada ise kendisini ilginç şeyler bekliyordu.
Diamond League sezonu bu isimlerin öncülüğünde ilerlerken beklenen güne, doğum günüm de olan 19 Ağustos tarihini takvimler gösterdiğinde Budapeşte’ye Dünya Atletizm Şampiyonası’na gelmiştik. Organizasyona ilk büyük damgayı Diamond League yarışlarında bulunmayan 20 ve 35 km yürüyüş yarışları vuracaktı. İlk gün yapılan 20 km yarışmasının üstüne 6.gün yapılan 35 km yarışlarını aynı isimler, iki İspanyol Marie Perez ve Alvaro Martin kazanarak, insanların çok beklentisi olmayan bu dallardan bile unutulmayacak bir başarı hikâyesi çıkarmışlardı. Yazının başında değindiğim gülle atmanın yaşayan efsanesi Ryan Crouser ise turnuvanın ilk gününün akşam seansında bir kere daha dünya şampiyonu olarak çok formda geçirdiği sezonu altın madalya ile taçlandırıyordu.

Bir diğer rekortmen olan hatta atletizmin altın çocuğu da diyebileceğimiz Armand Duplantis, beklenildiği gibi kolaylıkla bir dünya şampiyonluğunu daha kariyerine ekliyordu. Ayrıca Mondo ben bu yazıyı yazarken 18 Eylül akşamında Diamond League’in final yarışı olan Eugene etabında 6.23’lük atlayışla bir dünya rekoru daha kırdı ve bu dalın bir kere daha galibi oldu. Bu isimlerden sonra tüm gözler tabii ki Faith Kipyegon ve kendisi gibi bir efsane olan rakibi Sifan Hassan’a dönmüştü bile.
Bu ikili önce 1500 sonrasında 5000 metrede karşı karşıya gelmiş ve bu iki mücadeleden de zaferle ayrılan isim Faith Kipyegon olmuştu. Anne olduktan sonra yaptıklarıyla zaten muhteşem olan kariyerini bambaşka noktaya Kipyegon benim gözümde net olarak yılın başarılı atletiydi.

Yazının içinde de değindiğim yola İstanbul’dan çıkan ikiliden Femke Bol kariyerinin ilk büyük altınını kazanırken, diğer isim Karsten Warholm ise kariyerindeki başarı halkalarına bir yenisini ekleyerek bir kere daha dünya şampiyonu oluyordu.
Yukarıda saydığımız sezona damga vuran isimler gibi sezona giren ve bu şekilde altın madalyayı boynuna takacağını düşündüğümüz başka isimlerde vardı. Ancak “hayat siz plan yaparken başınıza gelen şeydir” sözünün doğruluğunu kanıtlarcasına bazı isimler bu başarıları elde edemeyecekti.
Bu sürprizlerden en büyüğü, olimpiyatlarda Marcell Jacobs’a geçildiğinden beri neredeyse hiç bir 100 metre yarışını kaybetmeyen Fred Kerley’den gelecekti. Son yılların en dominant ismi olan Kerley, yarı final serisinde 0.1 salise farkla final şansını kaybedip pistin kenarına çöküyor ve tüm dünyayı şoka sokuyordu. Bu şok durumu ise bambaşka bir olaya, Noah Lyles’ın 100-200 dublesi yapmasına vesile oluyordu.

Bir diğer bizleri şaşkınlığa sürükleyen isimse Norveçli yıldız Jakob Ingebrigtsen olacaktı. Dünya rekoruna 1.14 kadar yaklaşan ve son iki yılda neredeyse tüm Afrikalı rakiplerine diz çöktüren isim, geçen sene dünya şampiyonası finalinde İngiliz Jake Wightman’a geçilip herkesi şoka sokmuştu. Bu sezon ise gösterdiği performansla kolaylıkla 1500 metrede şampiyon olacak derken yine bir başka İngiliz Josh Kerr’e mağlup olarak üst üste iki gümüş madalya ile yetiniyordu. Ingebrigtsen’in tesellisi ise yine 5000 metrede geliyor ve altınını burada kazanıyordu.
Sezonun sonu gelmiş ve yazının da sonu yaklaşırken, geri dönüş temasına en uygun isim olan ve Budapeşte’de 8 sene sonra bir kere daha dünya şampiyonu olan Jamaikalı 100 engelci Danielle Williams’a değinmemek tabii ki olmaz. Hatta konsepti belirlediğimiz ilk andan itibaren Danielle Williams’tan başka bir isim aklımda yoktu.
2015 yılında 23 yaşında olan atlet için ilk adım ülkesinin seçmelerinde gelmişti. Ülkesindeki seçmeleri 12.71’lik derecesiyle kazanan Williams, Ağustos sonunda Pekin’de başlayacak olan turnuvaya katılım hakkı kazanmıştı. Final günü ise güçlü rakipleri Brianna Rollins, Alina Talay ve Cindy Roleder’in önünde kariyerinin ilk büyük zaferini 12.57’lik derecesiyle kazanmıştı. Atletizm dünyasında da bu dalı uzun yıllar domine edecek genç bir atlet bulduk düşüncesi hâsıl olmuştu.

Ancak her şey beklenildiği gibi gitmeyecek uzun yıllar boyu inişli çıkışlı bir kariyer Williams’ın karşısına çıkacaktı. Kendisine dünya şampiyonasının yolunu açan ülke elemelerine bu kez olimpiyatlar için katılan Williams, finalde lider giderken 6. engele takılıyor ve bir atletin en büyük hayali olan olimpiyatlara katılım hakkını yıkıcı bir şekilde kaybediyordu. 2019 yılını formda geçen Williams, bir şampiyonluk için daha Doha’nın yolunu tutuyor ancak formda geçen sezonunu bronz madalya ile tamamlıyordu.
2020 Tokyo Olimpiyatları ile beraber gerileyen performansına ek olarak yavaş yavaş öne çıkmaya başlayan dört muhteşem isim; Jasmine Camacho-Quinn, Kendra Harrison, Nia Ali ve Tobi Amusan gibi Olimpiyat ve dünya şampiyonluklarını paylaşan ve hatta dünya rekorunu elinde bulunduran bu elit grup Williams’ı bir anda unutturmuş ve dala hakim olmuşlardı. Budapeşte’ye de gelirken son yıllarda ve bu sezonda olduğu gibi madalyaların bu dörtlü arasında pay edileceği konusunda hemfikirdik.
Ancak bu düşüncelerimizi tepe taklak edecek bir isim olduğunu yarışın sonunda büyük bir şaşkınlıkla görecektik. Bahsettiğimiz dörtlü başlangıç noktasında en iyi yerleri almış ve hedefe kitlenmişti. Sprint yarışlarında daima en zor kulvarlar olan en iç ve en dışta koşmanın zorluğu yetmiyormuş gibi bir de böyle bir grupla baş etmek zorunda kalan Williams, adeta inanılmazı başarıyor ve bir numaralı kulvarının tüm dezavantajına rağmen pes etmeyip turnuvanın en büyük geri dönüşüne imza atarak 8 sene önce elde ettiği şampiyonluktan sonra bir kere daha dünya şampiyonu unvanını kazanıyordu.

Yarış sona erdiğinde herkes hem şaşkın, hem de böyle bir geri dönüşü görmesi sebebiyle mutluluk içerisindeydi. Karışık duygular adeta sarmıştı tüm stadyumu. Turnuvayı düşündükçe Williams bunu nasıl başardı hala tam olarak adlandıramıyorum ama iyi ki de başarmış ve bize böyle bir hikâye bırakmış.
Umarım biz Swingman ailesi de Danielle Williams’tan aldığımız ilhamla onun gibi sıkı bir dönüş yapabiliriz.
Caner YÜKSELEN