DEMİR KAZIK

Günümüz dünyasında gökyüzünü yapay ışıklarımız ile artık geceleyin dahi aydınlatsak da hemen hemen hepimiz sessiz sakin ve şehir ışıklarından uzak bir Ege kasabasında yıldızları izlemeyi severiz. Bazı günler NASA’nın bile hakkında derin bilgilere sahip olmadığı birçok yıldızı görebilsek de biz Kuzey Yarımküre’nin yerlileri için en bilinen yıldız, daima kuzeyi gösteren Kutup Yıldızı olmuştur. Kutup Yıldızı bu özelliği ile yön bulmak konusunda zorlanan yolcuların imdadına yetişmiş, bu özelliği parlaklığı ile birleşince de asırlar boyunca adeta doğal bir navigasyon görevi görmüştür. Aslında kuzeyi göstermesi de Dünya’nın yörüngesi ile olan benzerliğinden ileri gelir. Sürekli kuzeyi göstermesi ile birlikte denizciler ona Demir Kazık ismini takmıştır.

Sanırım bu Demir Kazık lakabını hakedecek bir varlık daha varsa o varlığın ismi LeBron James olmalı. Bir düşünün lütfen; bir sporcu kaç farklı tanım ile bütünleşebilir? Havalı genç çocuk, takımının lokomotifi, evine ihanet eden çocuk, ligin en iyisi, evine dönen adam, ligin yüzü, tarihin en iyi takımını yenen kahraman, hanedanlığı yeniden dirilten adam, yaşını sadece bir matematiksel veriye indirgeyen ihtiyar… LeBron tüm bu tanımların tamamını hakkıyla üstünde taşıdı ve bazılarını da hala üstünde taşımaya devam ediyor.

Bir oyuncuyu genelde ya seversiniz ya sevmezsiniz ya da o oyuncu sizin için bir duygu durumu yaşayacak bir öneme sahip olmaz. Bu durum her zaman oyuncunun kalitesi ile de ilgili değildir. Örneğin kendi döneminin yıldızlarından Ray Allen’ın hemen hemen tüm kariyerini izlemiş olmama rağmen kendisi hakkında olumlu veya olumsuz bir duygum yok diyebilirim. 

Konu LeBron James olduğundaysa kendisi ile ilgili duygu durumumun değiştiğini fark ediyorum. 2003 yılında daha ilk resmi maçına bile çıkmadan önce aşırı pohpohlanması nedeniyle kendisine oldukça mesafeliyken Spurs’e karşı ilk finalinde 4-0 yenilse de gösterdiği azim ile takdirimi kazanıp benim için en azından nötr bir hâl almıştı. Meşhur decision hareketiyle tekrar nefretimi kazansa da Cavs’a yani evine tekrar dönüp Warriors ile olan rekabette bir nevi titanlara karşı savaşmasıyla bir anda kendisinin saflarına geçmiştim. Lakers’ta gençlerle takıldığı ilk senedeki itici tavırları nedeniyle kendisinden yeniden soğusam da gerek Black Lives Matters hareketindeki önder rolü gerek bubble’da sergilediği üstün profesyonellik gerekse de son sezonlarında sahada herkesten çok çaba sarf edip herşeyini ortaya koymasıyla kendisi yeniden gönlüme girdi. Siz de çevrenizde onun tüm kariyerini izleme şansı bulmuş kişilere sorduğunuzda ona karşı bakışlarının değişken olabileceğini fark edebilirsiniz.

Peki nedir bu LeBron’u Demir Kazık yapan etmenler dersek pek çok kişi hemen birkaç jenerasyon ile birlikte oynadığını söyleyecektir. Ancak gerçek bunun çok daha ötesinde… LeBron lige girdiğinden beri birkaç jenerasyonu eskitse de esasen birkaç oyun felsefesini eskitti. LeBron’un ligde yer aldığı farklı dönemlerde rüştünü şampiyonluklar veya farklı başarılar ile ispatlayan pek çok basketbol bakışı günümüzde bit pazarında satılan eski kulüp flamaları kadar değer görüyor.

LeBron ligdeyken Phil Jackson’ın Lakers’ına 2 şampiyonluk getiren Triangle Offence’den günümüzde bir verim alabilir miyiz? Tabii ki birkaç küçük ve rahat sayı getirecek post up fırsatını size getirecektir ancak Derek Fisher’ın sallana sallana topu getirip alçak postta hazırlanmış Lakers uzununa topu indireceği bir hücumda rakip savunma çoktan yerleşmiş olur ve kolay sayı bulma şansı oldukça azalırdı. Bu hayali takım, hem maç başına daha az sayıda hücum edebilir hem de her basket için daha fazla efor sarf etmek ve düşünmek zorunda kalırdı.

Yine Lebron’un rookie sezonunda ilk maçına çıkıp ligde siftah yaptığı, döneminin dişli rakibi Sacramento Kings’i ele alalım. Webber, Divac, Peja, Bibby ve milli yıldızımız Hidayet Türkoğlu gibi isimlerle akıllara kazınan o takım; o günler için topu tamamen paylaşan ve dönemine aykırı bir basketbol oynuyordu. Bu basketbolu izlemeye hâlâ bayılıyorum diyebilirim ancak bu derece sahadaki her oyuncunun düşünerek oynadığı, her pozisyon için sabırla daha iyi bir fırsatın beklendiği bir oyunun şu anki şartlar altında verim vermesine maalesef ki imkân yok. O zamanlar normalden farklı olarak Divac ve Webber’ın part time yaptığı oyun kuruculuk işini şu an full time yapan bir Nikola Jokic gerçeği ile karşı karşıyayız.

Şimdi ise oyunu biraz daha hızlı oynayan bir takıma, Nash’in Suns takımına geçelim. Marion ve Amare’nin bir pozisyon kaydığı, böylece mobilitenin o dönem için tavan yaptığı Suns takımı; seyir zevki yüksek bir takımdı. Her ne kadar şampiyonluk gelmemiş olsa da Suns o dönemki NBA izleyicilerinde yüksek bir takdir toplamayı başarmıştı. Ancak o takımın günümüzde olması halinde seyir zevkinden fazlasını sunacağı konusunda şüpheliyim. Günümüz temposuna çıkmaları diğer örneklere göre daha olası olsa da o dönem için rakiplerine karşı sağladıkları mobiliteyi şu anda sağlamaları zor gözüküyor. Savunma yönü Marion ve Bell hariç ön plana çıkmayan bu kadar oyuncunun olduğu bir oyuncu grubunun günümüz NBA’inde başarılı olabilmesi için daha fazla yetenek gerekiyor. Seven Seconds Or Less’in temel prensipleri hala çalışıyor gibi gözükse de oyunu tek bir yaratıcının insafına bırakmak artık geçerli bir yöntem değil.

LeBron’un kariyerine baktığımız zaman bizzat giydiği formalar hariç her yerde beyaz saçlı inatçı bir ihtiyar ve onun Spurs’ünü görürüz. 2000’lerin ortalarında Duncan’ı merkeze koyup onun becerileri üzerinden oyunu şekillendiren Spurs, 2010’ların ortalarında ise oyununu evriltip bambaşka bir oyuna dönmüştü. 2000’lerde oynadıkları o sabırlı, düşük tempolu basketbolun yerini yine boş olanı bulmak konusunda sabırlı davranan ancak set temposunu arşa çıkartan bir basketbol almıştı. Her iki Spurs de farklı tarzları sahaya iyi yansıtsa da günümüz basketbolunun bu iki hücum tarzının temelindeki sabır etmenine karşı hiç sabrı yok. Artık ne Duncan’ın post up’a yerleşmesini bekleyebiliriz ne de şampiyonluk için ana yaratıcı olmaksızın topun ellerin arasında dans etmesi yeterli olabilir.

Sırada big three furyasını başlatan Celtics takımı var. Bu takımın göze hoş gelen bir basketbol oynadığını iddia edemem ancak kararlı oyunlarının etkileyici olduğuna kefil olabilirim. Ancak günümüze uyarlamayı denediğimde sonuçlar çok iç açıcı gözükmüyor. Günümüzde bir şampiyonluk adayının hiç şutu olmayan bir oyun kurucu olan Rajon Rondo ve bir hücum tehdidine sahip olmayan Perkins ile gerçekçi bir şampiyonluk adayı olması mümkün değil. Evet bu takım oyun felsefesindeki kararlılığı ve kolay sayıya izin vermemesi yönüyle Rondo’nun ve Perkins’in zaaflarını eritmeyi başardı ancak günümüzde bu zaaflar artık ölümcül bir günah halini almışken bu takımın ve felsefesinin başarılı olması imkânsız gözüküyor. Garnett’i 5’e çekersek ile başlayan What If senaryoları elbette heyecan verici ancak What If senaryolarının en büyük sorunu da her değişikliğin başka bir değişikliğe neden olmasıdır. Bu açıdan Celtics’i mevcut düzeni ile düşünmek gerekiyor.

Gelelim yakın geçmişin en büyük tiranına. Warriors, sahadaki tüm becerileri bir tehdit olarak kullanmanın yanı sıra triangle offence’in felsefesinde bulunup günümüzde de geçerliliği olan doğruları alarak hibrit bir sistem yarattı. Yetenek ve yeteneğin yarattığı tehdit bu sistem için elzem olsa da zaten günümüzde “yeteneksiz ancak çok disiplinli kazmalar” dönemi çoktan kapandığı için üstün yeteneğin artık başarılı olmak için bir zorunluluk olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden disiplin, takım olma gibi şeyler dahi küçük başarılara yeterken artık bu Scott Skiles’tan düşme itemler başarıya giden yolun kaldırım taşlarına dönüşmüyor. Warriors da bu mevcut yetenek toplamını sahada en efektif şekilde kullanabilmek konusunda olayı bambaşka bir boyuta taşıdı. Tüm oyuncuların yeteneğini sonuca gitmek için değil; takımın sonuca daha kolay gidebilmesi için kullandığı bu düzenin rakipler için ne derece yıkıcı olduğuna hepimiz yakından şahidiz. Bu sistemin doğru çalışma aralığı oldukça dar olsa da sistem çalıştığı takdirde neredeyse başarı garantisi veriyor.

LeBron’a yani Demir Kazık’a gelirsek; LeBron bu yukarıda saydığım tüm takımların tamamına karşı sahaya çıktı ve hepsine belli bir ölçüde karşı koymaya çalıştı. Hem tüm ligin harıl harıl uzun aradığı dönemde hem de harıl harıl delici kısa aranılan dönemde başarılı oldu. Hem topun adeta koçların joystick kullanma becerisine bırakıldığı, aşırı disiplinli hücumların olduğu dönemde hem de koçların setlerle değil oyun şablonları ile oyuna etki ettiği dönemde ligin bölüm sonu canavarıydı. Ligin, en iyi atışın çembere en yakın atış olduğuna inandığı dönemde LeBron bir süperstarken en iyi atışın momentuma en çok katkı sağlayan atış olduğuna inandığı dönemde de LeBron bir süperstardı.

Kendisiyle birlikte veya kendisinden sonra lige giren bir çok oyuncu şu anda basketbol oynamak dışında işlerle meşgul bir halde. Carmelo Anthony son yıllarını takım bulamadan geçirip emekli olmak zorunda kalırken, Dwyane Wade’in ne zaman emekli olduğunu ise çoktan unuttuk. LeBron’dan çok sonra lige giren Andrea Bargnani’nin ne yaptığı ile ilgili yıllardır bir bilgim dahi yok. Yine ilk sıra seçimi olarak çok sonraları lige giren Blake Griffin ligden kesilmeme savaşı verirken bir diğer birinci sıra seçimi olan Dwight Howard ise Asya Basketbolu’nda yerel basketbolculara yağ satarım bal satarım oynatmakla meşgul. John Wall ise uzun yıllardır sürdürdüğü kış uykusundan yalnızca demeçleri ile birilerine ateş etmek için uyanıyor. Kısacası LeBron lige girdikten sonra ligin büyük umutlar ile ilk sıradan seçtiği çoğu oyuncu dahi ligde değil. Öte yandan bu oyuncuların kariyerleri itibariyle bust denebilecek seçimler olmadıklarını da belirtelim.

Sistemler, antitezleri üretilip bilimsel olarak çürütüldükçe ve yeni sistemler eski sistemlerin doğrularını alarak adeta güncelleme ala ala ilerledikçe adeta kusursuzlaşıyor. Bunun yanı sıra her dönem de kendi doğrularını yaratıyor. Dönem kazandıkça da yeni doğrular oluşuyor ve eski doğrular ise eski yıldızlar ile birlikte tarihe karışıyor. Tüm bunlar olurken 2003’ten beri değişmeyen tek bir doğru var. Ona sahipseniz başarıya giden yolda yolun çoğunu şimdiden almışsınız demektir. Doğru yolu bulmak için ise Demir Kazık’a göre yönünüzü çizmeniz yeterli.

Kutup Yıldızı her ne kadar yakın gelecekte olmasa da muhtemelen bu yazıyı okuyacak kimsenin artık yaşamadığı bir tarihte yörüngesindeki değişim sebebiyle kuzeyi göstermemeye başlayacak. Böylece Demir Kazık zamanla önemini kaybedecek. Tıpkı Kutup Yıldızı’nın önünde bizim kuzeyimizde kalması adına uzay zaman ölçeğinde uzun bir zaman olmadığı gibi LeBron’un önünde de artık uzun yıllar yok. Onun kadar uzun yıllar ligin içinde kalan ya da onun yaşında ligde kalabilen oyuncuların istatistiklerindeki dramatik düşüşleri hepimiz biliyoruz. Tıpkı gökteki diğer yıldızlar gibi bu oyuncular da dönemlerinde parladılar ve daha sonrasında da söndüler. Ancak LeBron halen daha ligin en mühim figürlerinden olmaya devam ediyor. Demir Kazık hep yükseklerde, neredeyse aynı parlaklıkta ve daima başarının yönünü gösteriyor.

Deniz BASKIN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir