Klasik yaz akşamlarından birinde sevgilimle yapmaktan çok keyif aldığımız film gecelerimizden birini yapıyorduk. Arşivler, bloglar, çevreden aldığımız tavsiyeler tarandı ve eski bir listede birden gözüme Green Street Hooligans takıldı. Filmi küçük yaşlarımda izlemiştim ve izlediğim günlerde dilimden epey bir süre düşmediğini hatırlıyorum. Westham’a olan ilgim artmış ve saçımı üç numara yapma hayalleri kurmuştum. Fakat bana hissettirdiklerine gelirsek eğer işte orada bir belirsizlik söz konusu. O andan itibaren benim için günün filmi belliydi ve başka bir film izlemeyi düşünemiyordum. Durumu anlattım ve her zamanki gibi büyük bir anlayışla karşılaştım. Film iki taraftar grubunun birbiriyle ‘karşılaşması’ ile başlıyordu. Sonrası ise ne yazsam ne çizsem diye kara kara düşündüğüm şu günlerde bu yazıyı şuan yazmama sebep oldu diyebilirim… Benim dilimden bazı spor filmleri.
1- GREEN STREET HOOLIGANS(2005)
Yukarıda bahsettiğim gibi yazının çıkış noktası özelliğini taşıması itibarıyla sanırım ilk sırada olmaması büyük ayıp olurdu. Film Yüzüklerin Efendisi’nden ve daha çok Selda Bağcan ile olan tatlı ilişkisinden tanıdığımız Elijah Wood’un Harward’dan kumpas sonucu atılıp ablasının yanına gitmesi ile başlıyor. Orada büyük bir taraftar grubunun lideri olan eniştesinin kardeşi ile tanışmasını ve onunla ilişkisini konu alıyor film. Zaten Amerika’da bir hayli uzak olduğu ‘soccer’ dünyasından bu işin beşiğine yani gerçek futbol kültürüne adapte olma süreci anlatılıyor diyebilirim. Tribün kültürü, kabuğunu parçalama hikâyesi, karakter gelişimi gibi konular bence gayet dozunda işlenmiş. Özellikle son zamanlarda futbolun teknik, taktik veya istatistiksel kısmıyla kafayı bozmuş ben ve benim gibiler için bu oyunu aslında neden sevdiğimizi hatırlatır yanları benim için çok değerli.
Filmi izlerken ilk fark ettiğim futbolu artık bir iş gibi izliyor oluşum ve oyuna olan tutkumu kazanmama sebep olan şeyleri artık görmememdi. Hiç tanımadığı mahallelerin çocuklarıyla maç yapmak için defalarca kardeşini okuldan almayı unutmuş ve babasıyla karşı karşıya gelmiş biri için kabullenmesi hayli zor bir durum diyebilirim…
Genele baktığımızda klişeler ve şiddet öğeleriyle dolu bir film olsa da çocukluğu mahalle ve futbol ekseninde geçmiş ben ve benim gibiler için büyük bir nimet.

2 – GOAL!(2005)
Geldik futbolcu olma hayalleri kurmuş nicelerimizin küçük yaşlarda bir süre daha umutlarını diri tutmalarına sebep olan o filme. Varoşlarda yaşayan ve boş vakitlerinde amatör bir kulüpte top koşturan Santiago Munez -isim zaten ben topçuyum diye bağırıyor- oynadığı bir maçta eski bir scout tarafından beğenilir ve kendisine denenmesi için yardımcı olacağını söyler. Zor şartlar ve bir aile trajedisi içinde kendisini bir şekilde İngiltere’ye atmayı başaran Munez’in kendini kanıtlama ve hayallerini gerçekleştirme hikâyesini konu alır film. Dürüst olmak gerekirse bu alanda çekilmiş en klişe ve romantik filmlerden de bir tanesidir.
Bu filmi güzel yapan şey ise ne senaryosu ne çekim açıları ne de oyunculuklar. Bu filmi güzel yapan şey bana ve daha benim gibi nicelerine hatırlattıkları. Hatta filmi tam olarak izlediğimi söylersem yalan bile olabilir. Çünkü filmin ilk dakikaları ile birlikte kendim transa geçmiş ve çocukluğuma dönmüştüm. Yani anlayacağınız kendimi o berbat kokan turuncu yeleği üstüne geçirmiş ve ayağıma gelen ilk topta hünerlerimi sergileme hevesi ile dolmuş hâlde buldum. Nitekim o top ayağıma geldiğinde yapmak istediğim hiçbir şeyi yapamadım ve gördüğünüz gibi şuan bu yazıyı yazıyorum… 🙂 Fakat yine de bu hissi bana yeniden hatırlatması bile bu filmi özel bir yere koyuyor.
Dipnot: Film Newcastle’ın başarılı golcüsü Callum Wilson’un takıma katılmasında bir etken olmuş.

3 – GLORY ROAD(2006)
İnsanların duygularına hitap eden ve hatta klişe iki filmden sonra böyle bir başyapıtın gelmesi en azından gerçek sinemaseverleri bir nebze mutlu edecektir. Her şeyden önce gerçek bir hikâyeden alıntı olması filmin değerini ve oyunculara gösterdiğiniz empatiyi hat safhaya çıkarıyor. Film Don Haskins’in küçük çaplı ve başarısız bir takım olan Texas Üniversitesi takımının başına geçtikten sonra yaptıklarını anlatıyor. Haskins ırk ayrımcılığının hat safhada olduğu ve genelin beyaz oyunculardan oluştuğu bir ligde takımının neredeyse tamamını siyahi oyunculardan kurarak devrim niteliğinde bir işe imza atıyor. Yıpratıcı eleştiriler ve yaşanan tatsız olaylara rağmen takımı her geçen gün üstüne koyan Koç Haskins bu eleştirilere, kendisine imkansız görülen 1966 NCAA şampiyonluğundan sonra sorulan bir soruya verdiği bir cevapla basketbolun renklerden bağımsız bir spor olduğunu anlamak istemeyenlere en iyi şekilde anlatıyor…
‘Ben sadece en iyi beşimi sahaya sürdüm.’

4 – AIR(2023)
Son zamanlarda belli başlı olayları konu alan belgesel tadında filmlerin sayısı bir hayli arttı. Bu filmlerin bana göre en güzel yanı gidişatı bir film gibi kurgulanırken aynı zamanda bu olayların perde arkasını da bize sunması. Air filmi 3. sıradan draft edilmiş genç bir oyuncu olan Micheal Jordan’ın Nike sporcusu olması için ikna edilme sürecini konu alıyor. Mevcut durumda bunun Nike için pek de zor olmayacağını düşünebilirsiniz fakat dengeler her zaman aynı değildi ve belki de hiçbir zaman şuan ki durumda olmayacaktı…
Nike markasının piyasadaki Converse ve Adidas gibi rakiplerinin bir hayli gerisinde olmasından rahatsız olan Sonny Vacarro, firmanın o sene 3 ayrı oyuncuya paylaştırması planlanan bütçenin hepsini bu ‘malum’ yeteneği görmesi üzerine bir oyuncuya teklif etmeyi kafaya koyar. Çünkü ona göre bu adam markanın makus talihini yenmesine yardımcı olmakla kalmayıp firmayı da bir numara haline getirecektir. Çok fazla inisiyatif kullanması mesleğini riske atsa da bir şekilde inancı ve çabası CEO pozisyonunda bulunan Phil Knight’ı ikna eder. Bu harika teklifle Jordanlar’ın kapısını çalan Vaccarro diğer firmaların da aynı rakamı teklif ettiğini öğrenir ve elini güçlendirmek için ona özel bir ayakkabı üretileceğinin sözünü verir. Air Jordan…
Gelinen noktada Nike piyasanın zirvesinde yerini aldı. Söz konusu ayakkabı da Kadıköy’e her çıktığınızda farklı renk çeşitleriyle yüzlerce kez görebileceğiniz ikon bir ayakkabı oldu ve Jordan muhteşem bir kariyer yaşayarak bu sporu oynamış en büyük oyuncu oldu…

Batuhan GÜNDÜZ