Draft. Bu kelimeyi okuduğunuz an muhtemelen gözünüzde bir şeyler canlanmıştır. 5 harfe sığmayacak anlamları barındırır kendi içinde. Kimi zaman tepetaklak olmuş ve dibe demir atmış bir franchise’ın umudu olur. Kimi zamansa oyunun bütün oynanışını değiştirecek bir genç yeteneğin lige giriş kapısı. Ancak bana göre her şeyden önce Amerikan basketbol liginin kendi içindeki denge unsuru.
Son yıllarda içinde bulunduğumuz her şeyde olduğu gibi spor dünyasında da tüketim amansızca arttı ve bununla birlikte şov da her alanda hayatımızın bir parçası haline geldi. Bunun yanında spor oluşumların astronomik ücretlerle reklamlar alması, Avrupa dışından ülkelerin de işin içine dahil olup şovun bir parçası olma isteği ( 2022 WC, Suudi Arabistan Grand Prix) beraberinde devasa bütçe büyümelerini de getirdi.
Bu, başlangıçta yeni pazar arayışı ve globalleşme olarak görülse de teker dönmeye devam etti ve günümüzde dünyanın en popüler sporu olan futbolun baş aktörlerinin hiç alışılagelmedik bir lige transfer olmasına kadar geldi. Hem de bayrağı bu sporun en büyük 2 aktörüne taşıtarak.
Değneğin diğer ucunda bulunan NBA’de ise işler biraz daha farklı yürüyor. Kendi içindeki bu “draft” dediğimiz sistem hem sezonu istediği gibi bitirememiş takımlara yeniden hedefledikleri yerlere ulaşması için bir erken seçim şansı veriyor hem de oyuncu havuzunu sürekli güncelleyerek heyecanı ve merakı tazelerken, insanlara da keşfedecek yeni şeyler sunuyor.
Seçim gününe geldiğimizde ise açıkçası alışılagelmedik bir durumla karşılaşmıyoruz. Hayatın her yerinde olduğu gibi ilgi, lige veya takımlara getirisi daha fazla olacağı tahmin edilen yeni yıldız adayları üzerinde toplanıyor. Onların hisleri, seçtikleri takımın rengi, hobileri, ailevi ilişkileri konuşulup iş bir şova dökülürken işin görünmeyen kısmında arka koltuklarda belki de tırnaklarını kemiren, ligde kalıcı olmak ve ailesini varoşlardan kurtarma hayalleri kuran bazıları oturuyor. Onların asla hata yapmaya lüksleri yok çünkü onlar zaten maceralarına yolun dikenli tarafında başlıyorlar. Kısacası en başta söylediğim gibi “kendi şansını kendin yarat” mottosunu benimsemek zorundalar.

Ben de bugün son yıllarda 2. turdan draft edilmiş, kendilerinden düşük beklenti ve tahammül ile lige girmelerine rağmen ligin içerisinde kendine bir yer edinmiş, kimi bir franchise’ı şampiyonluğa taşımış, kimi de sadece bir rol oyuncusu olmasına karşın kendi şansını yaratabilmiş bazı oyunculardan bahsetmek istedim. Birlikte bu oyunculara bir göz gezdirelim.
1- NIKOLA JOKIC ( 2014–41. Sıra DENVER NUGGETS)
Bu yazıda sadece son yıllarda 2. turdan lige katılmış oyuncuları listelesem de sanıyorum tüm zamanları dâhil eden bir liste dahi olsa Jokic listemizin ilk sırasına rahat bir şekilde otururdu. Onun ne kadar özel bir oyuncu olduğundan bahsetmek için MVP ödüllerini, kazandığı şampiyonluğu, ortalamalarını pek tabii konuşabiliriz fakat benim için özel olan şeyler bunlarla sınırlı değil. Beni daha çok etkileyen şey Sırbistan’ın Sombor şehrinde dünyaya gelen bu dev adamın henüz 5 yaşında Denver Nuggets sweatshirtü ile çekilmiş olduğu fotoğraf. Hangi anne bilebilirdi ki oğluna üşümesin diye giydirdiği kalın kıyafette yer alan bir basketbol takımı logosu, oğlunun efsaneleştiği bir ‘eve’ dönüşecek veya hangi editör bilebilirdi draft edildiği sırada ekrana taco bell reklamı yansıtılan bir adamın, bir NBA takımına ilk şampiyonluğunu kazandıracağını. Anlayacağınız Jokic sadece o iri ve ağır fiziğiyle NBA’in en komple uzunlarından birine dönüşmesi ile değil, hayatın içindeki detaylarla da gelmiş geçmiş en özel oyunculardan biri olarak kalacak…

2- DRAYMOND GREEN (2012- 35. Sıra GOLDEN STATE WARRIORS)
Geldik ligin en özel oyuncularından bir diğerine. Ben ona zıtlıkların adamı şeklinde seslenmeyi çok doğru buluyorum çünkü Draymond saha dışında ne kadar nakas olsa ve sürekli kötü şeylerle gündeme gelse bile saha içini tarafsız izleyen bizim gibi basketbol severlerin her zaman gözdelerinden olmuştur. Lige girdiği andan itibaren hiçbir zaman iyi bir skorer olmamış ve estetik hareketler vadetmemiş olmasına karşın ‘death lineup’ ismiyle adlandırdığımız, ligin galibiyet rekoru kırmış (73–9) ve gelmiş geçmiş en iyi takım olarak adlandırılan o meşhur GSW kadrosunun önemli parçalarından biri haline geldi. Savunmada ligin en büyük adamlarından, en çevik adamlarına kadar herkesi savunmasına karşın -ki bu onun 2016–17 sezonunda DPOY(Yılın Savunma Oyuncusu Ödülü) almasını sağlamıştır-mükemmel bir pas istasyonu olmayı da başarabilmesi onun alametifarikası desek yanlış olmaz. Onun ne kadar özel bir oyuncu olduğunu daha fazla anlatmadan kısa bir örnekle açıklamak isterim. Ligde daha önce sadece 4 farklı oyuncudan 5 kere gerçekleştiğini gördüğümüz quadruple-double’ı (5 farklı ana istatistikten 4’ünü çift haneli sayıda gerçekleştirme) 4 sayı, 10 asist, 12 ribaund, 10 top çalma yaparak 6 sayı ile kaçırmıştır. Bu bence bu onu en iyi anlatan istatistik… (Quadruple-double yapmayı başaranlar ise; Nate Thurmond, Alvin Robertson, Hakeem Olajuwon(iki kez), David Robinson)

3- ISAIAH THOMAS (2011- 60. Sıra SACRAMENTO KINGS)
Şampiyonluk kazanmış, iz bırakmış 2 büyük isimden sonra bu geçişin çok sert olduğunu pek tabii düşünebilirsiniz, hatta bazılarınız onun bu listede olmaması gerektiğini bile düşünebilir ve ne yazık ki haksız değilsiniz. Fakat onu anmamak benim için sanıyorum yazının ismiyle tamamen ters düşen bir durum olurdu. 1.75 boyunda %30 civarlarında üçlük atan bir son sıra seçiminin ne gibi bir şansı olabilirdi ki?
İsmini, takımına son derece bağlı olan, LAL taraftarı babasının takımına fazla güveni sebebiyle arkadaşı ile 89 finalleri adına girdiği bir iddiadan alıyor Isaiah. (Pistons ile Lakers’ı karşı karşıya getiren final 4–0 Pistons lehine sonuçlanmıştı) Lisede ve kolejde adından sık sık söz ettirse de kısa boyu dolayısıyla hiçbir zaman gerçekçi bir NBA potansiyeli olarak görülmedi fakat yine de lige son sıradan kendini atmayı başardı. Beklenildiği üzere sallantılı geçen bir kaç sezonun ardından kendini haberi dahi olmadan Boston’a takaslanmış şekilde buldu. Aslında hikâye de burada başlayacaktı. Sıradan bir rol oyuncusu olan Isaiah art arda 2 sezon 22.2 ve 28.9 sayı ortalamalarına çıkarak all-star olmayı başardı ve o dönem için hem birçok insana umut oldu hem de adından sıkça söz ettirdi. Sonrasında işler bir daha asla istediği gibi gitmese de ondan bize kalan kız kardeşinin vefatından 24 saat sonra çıktığı play-off maçında attığı 33 sayı ve kocaman yüreği oldu…

4- JALEN BRUNSON (2018- 33. Sıra DALLAS MAVERCIKS)
Listede şu ana kadar somut bir şeyler başaramamış tek isim olabilir Brunson. Öyle ki 2 sezon önce Dallas Maverciks’te maç başı 20–25 dakika arası süre bulan sıradan bir rol oyuncusu görevini üstleniyordu. Belki de onun sorunu yetersiz görülmesi değil de içinde SGA, Trae, Doncic, Jaren Jackson Jr. gibi süper yıldızların bulunduğu son yılların en kuvvetli draft sınıfında yer alıyor olmasıydı. 2 kez NCAA şampiyonluğu, bir kez MOP ödülü (NCAA’de verilen MVP ödülü) kazanmış bir yetenek olarak bu rolleri bu süreleri sindiremiyordu belki de. Bir NBA basketbolcusunun ve aynı zamanda bir koçun oğlu olmanın ona pek çok getirisi olmuştu. Sahada kaldığı süre boyunca elinden gelenin en iyisini sahaya yansıtmak, genç yaşına rağmen her zaman olgun davranmak ve en önemlisi eline gelen her topu doğru kullanmaya çalışmak gibi. Onu 2 sene içinde backup point-guard olmaktan senede 25 milyon kazanan ve bulunduğu takımın lideri konumuna getiren özellikleri bunlardı. Henüz konuşmak için çok erken olsa da benim nezdimde ileride şampiyonluğa oynayan bir takımın önemli bir parçası olması işten bile değil.

Onur Listesi: Elbette oyuncular bunlarla sınırlı değil fakat ben bugün size kısaca bunlardan bahsetmek istedim. Listemde yer veremediğim diğer oyuncular ise şunlar; Khris Middleton, Norman Powell, Malcom Brogdon, Desmond Bane, Jae Crowder, Jarret Allen ve Jordan Clarkson.
Batuhan GÜNDÜZ