Bir futbolcunun ötesinde bir figür olmayı becerebilmiş çok az isim vardır Türkiye futbolunda. O az sayıda isimden biri de şüphesiz Metin Kurt’tur. Bir diğer namıyla Spartaküs Metin.
Kırklareli’nden İstanbul’a göç etmiş bir ailenin çocuğudur Metin Kurt. Ağabeyi İsmail Kurt ile beraber bir çıkış yolu olarak çoğu zorluk geçiren çocuk gibi futbolu seçmiştir. İsmail Kurt 50’lerin ortalarında Galatasaray’da oynamış ardından da yaşadığı takım içi sorunlardan dolayı buradan ayrılmış ve Fenerbahçe’ye gitmiş ünlü bir futbolcudur. Bu süreçte yeni yeni futbola atlayan kardeşi Metin için de bir nevi mentorlük görevi üstlenmiştir İsmail. Profesyonel kariyer için başlangıç noktası olarak Altay’ı seçen Metin Kurt burayı hem çok sevmiş hem de taraftar tarafından el üstünde tutulmuştur. Fakat kariyerinde atılım yapabilmek için PTT’ye transfer olmayı daha uygun görmüş ve Ankara’nın yolunu tutmuştur. PTT’de gösterdiği üstün performansla milli takıma kadar yükselen Metin artık büyüklerin de ilgisini çekmişti. Kendisine teklif yapan takımlar arasından Galatasaray’ı seçen Metin Kurt, takıma geldiği gibi Brian Birch’ün üst üste 3 şampiyonluk kazanan takımının değişilmezlerinden biri oldu. Artık Türkiye futbolunun en önemli starlarından biriydi Metin Kurt ama onu “Spartaküs Metin“ yapacak şey iyi futbolu ve ya kazandığı şampiyonluklar değil saha dışında ortaya koyduğu duruşu olacaktı.

1973’ün sonlarına yaklaşırken kulübün Metin’e ödenmemiş borçları vardı. Metin Kurt da bu borçları açıklamaktan hiç çekinmiyordu çünkü bu onun hakkıydı ve Metin hakkını aramaktan asla vazgeçmezdi. Günün sonunda Ocak 1974’te yönetim ile girdiği prim tartışması sonucu kadro dışı kalan Metin Kurt bunun bir baba-oğul değil işçi-işveren çatışması olduğunu beyan edip bu konuyu “Ben Galatasaray yöneticilerinden bizi izlemeye gelen seyircinin kulüp kasasına bıraktıkları paradan hak ve adalet prensipleri içerisinde kendime düşen payı bir futbol işçisi olarak istedim.” şeklinde açıkladı. Dönemin yöneticileri tarafından “komünist” ve “anarşist” damgaları yedi. Fakat günün sonunda Profesyonel Futbolcular Sendikası’nın baskıları ve futbol çevrelerinden gelen tepkilerle beraber Metin Kurt affedildi, tekrar takım ile antrenmanlara çıkmaya başladı. O dönem Metin Kurt’un kadro dışı kalmasında parmağı olan yöneticiler de istifa etti. Fakat yaptıkları açıklamada Metin Kurt’un bundan sonra Galatasaray’a zarar vereceğini söylüyorlardı. Belliydi ki ne Türkiye kamuoyu ne de Galatasaray kamuoyu kesin bir karara varamıyor Metin Kurt’un hak arayışı gün geçtikçe daha geniş kitlelere yayılıyordu.

Takvimler 1975’i gösterdiğinde Metin Kurt yeni bir sendikal hareket yaratmak için adımlar atıyordu. Çünkü kendisinin de o dönem üyesi olduğu Profesyonel Futbolcular Sendikası’nın aslında kendisinin tümüyle karşı olduğu git gide endüstriyelleşen futbolun çarklarına su taşıdığını düşünüyordu. Artık iyice sivrilmeye başlayan Metin Kurt 12 Mayıs 1976 yılında kazanılan Türkiye Kupası sonrası primlerin yatmamasını 4 takım arkadaşını örgütleyip protesto etmişti. Devamında da yaptığı açıklamada dönemin yöneticilerinden Turgan Ece’yi istifaya davet etmiş ve kendisi ile takım arkadaşlarının hakkını alıp tekrar takıma girmesini talep etmişti. Gazetelere verdiği röportajda “Galatasaray’da isyancı futbolcular yoktur, yeni fikirler ve uyanışlar vardır.” diyordu Metin. Fakat işler istediği gibi olmamıştı. Yanında duran arkadaşları kendisinden özür dileyip kenara çekilmişlerdi. Bu kenara çekilmelerinde parmağı olanlardan biri de Abdi İpekçi idi. Metin’e destek veren arkadaşlarına Metin’in artık çok sola kaydığını ve eğer onu takip ederlerse onların da Metin ile beraber futbol hayatlarının sonlanacağını söyleyip grevden uzaklaştırdı. Ve desteğini kaybeden Metin futbol hayatını sonlandıracağı Kayseri’nin yolunu tuttu.

Futbolun sporculuk kısmı artık Metin Kurt’u cezbetmiyordu. Çünkü futbolun ilerleyen süreçte nereye evrileceğini gören Metin bunun karşısında durmayı sahalarda top koşturmaktan çok daha fazla önemsiyordu. Ki öyle de oldu. Kayseri’de de sürekli yazı yazdığı ve yönetimle ters düştüğü için süresiz kadro dışı bırakıldı. Devamında da futbol hayatına son verdi.

Fakat bahsettiğim gibi Metin Kurt, Türkiye futbolu için bir futbolcudan çok daha fazlasıydı. Futbolu bıraktıktan sonra kurduğu derneğin sendikalaşması için uğraştı, çağrılar yaptı. Bu çağrılara kulak veren isimlerden biri de günümüzde hala popüler bir figür olan Şenol Güneş idi. Derneğin sendikalaşma süreci sona yaklaşırken 12 Eylül’ün patlak vermesi ile bu iş de rafa kalkmak zorunda kaldı. Her ne kadar 2000’li yıllarda tekrar sendikal hareketleri örgütlemeyi başarmışsa da bu sefer de fikir ayrılıkları sebebiyle bu sendikalardan ayrılmak zorunda kaldı. 2011’de Türkiye Komünist Partisi’nden milletvekili adayı oldu fakat seçilemedi ve 24 Ağustos 2012’de geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.

Metin Kurt ismi pandemi döneminde de gündeme geldi. Dönemin Galatasaray Teknik Direktörü ve eski takım arkadaşı Fatih Terim’in futbolun insan yaşamından daha değerli olmadığını beyan ettiği ve sendikaların yetersiz kaldığını söylediği basın toplantısında Metin Kurt’un söylediklerinin, mücadelesinin ve hak arayışının ne kadar gerekli ve yerinde olduğunun bir göstergesiydi açıkçası. Aslında Fatih Terim ismi Metin Kurt’un ikinci kadro dışı kalması döneminde de magezinsel bir figür olması sebebiyle çok konuşuldu. Çıkan bazı haberler Terim’in de o dönem ona karşı olduğunu söylüyordu. Fakat Metin Kurt, Terim için 76’da yaptığı grevde eğer Adana’da olmasaydı onun da bu greve katılacağını ve asla bir grev kırıcı olmadığını tam tersine takım arkadaşlarını satmayan birisi olduğunu Ali Ece’ye verdiği röportajda beyan etti.

Metin Kurt verdiği mücadele ile kendinden sonrakiler için büyük bir örnek olmanın dışında aslında hali hazırda yürürlükte olan Bosman Kuralları’nın belki de dünyadaki ilk temsilcisi idi. Dönemin yönetimleri ve yönetimlere yakın gazetecileri tarafından “ne sağcı ne solcu futbolcu” kimliğinin dışına çıktığı, hak mücadelesi verdiği ve insanları etkileyebilen bir figür olması sebebiyle futbol dünyasından dışlandı. Esasında futbolu da çok sevmiyordu Metin Kurt. Onun için sığamadığı bir kolezyumdu futbol sahası. Kendini sahada tam anlamıyla ifade edemiyordu, istediği “Gladyatör” kimliğini sahada yansıtacağı sınırlar ona yetmiyordu. Biraz da bu yüzden sahanın içini sahanın en içinden bu kadar iyi yorumlayabildi belki de. Her ne olursa olsun, sonucu istediği gibi olmasa da bıraktığı iz ile bugünlere kadar gelebilen ölümsüz bir figür olarak adını Türkiye futbolu sayfasına altın harflerle yazdı. Arkasında da “Tabanı olmayan spor ‘emek batakhanesi’dir.” mottosunda bıraktığı mirası bugünlere kadar geldi. Işıklar içinde uyu “Gladyatör”.
